TÜRKİYE’DE BESLENME SORUNLARI VE BOYUTLARI
Bilindiği gibi beslenme; büyüme, yaşamın sürdürülmesi ve sağlığın korunması için besinlerin kullanılmasıdır ve insan gereksinimlerinin başında gelir. Bu nedenle ulusların ve onu oluşturan bireylerin sağlıklı ve güçlü olarak yaşamasında, ekonomik ve sosyal yönden gelişmesinde, refah düzeyinin artmasında, mutlu, huzurlu ve güvence altında varlığını sürdürebilmesinde yeterli ve dengeli beslenme temel koşullardan birisi, belki de en önemlisidir.
Genellikle; yetersiz ve dengesiz beslenmesinin toplum sağlığını olumsuz yönde etkilediği, sosyal ve ekonomik gelişmeyi yavaşlattığı kabul edilmektedir. Çünkü dengeli ve yeterli miktarda gıda tüketmeyen insanların hastalıklara karşı direnci azalır, verimleri düşer, kişisel ve toplumsal tutum, davranış ve tepkileri sağlıksız olur. Bu nedenle bireyleri eğitmek güçleşir. Bunların sonucunda toplumda düzensizlikler görülür ve ekonomik gelişme geri kalır.
Bireyin beslenme durumunu; besinlerin üretiminden tüketimine kadar birçok faktör etkiler. Sağlıklı bir yaşam ancak GIDA GÜVENCESİ VE GIDA GÜVENLİĞİNİN SAĞLANMASI ile sürdürülebilir.
GIDA GÜVENCESİ: Bütün insanların, her zaman aktif ve sağlıklı bir yaşam için gerekli olan besin ihtiyaçlarını ve gıda önceliklerini karşılayabilmek amacı ile yeterli, sağlıklı, güvenilir ve besleyici gıdaya fiziken ve ekonomik bakımdan erişmeleri ve sürdürmeleri durumudur (WHO, 2000; Helsinki, 1990).
GIDA GÜVENLİĞİ: Gıdaların fiziksel, kimyasal ve mikrobiyolojik özellikleri bakımından tüketime uygun ve besin değerini kaybetmemiş olması durumudur.
Ülkemizde Besin Tüketim Alışkanlıkları ve Güncel Eğilimler
Türk halkının beslenme alışkanlığına bakıldığında Türkiye’de temel besin ekmek ve diğer tahıl ürünleridir. Günlük enerjinin % 44’ü sadece ekmekten, % 58’i ise ekmek ve diğer tahıl ürünlerinden sağlanmaktadır. Yıllar içerisinde besin tüketim eğilimi incelendiğinde ekmek, süt-yoğurt, et ve ürünleri, taze sebze ve meyve tüketiminin azaldığı; kurubaklagil, yumurta ve şeker tüketiminin ise arttığı söylenebilir. Genelde toplam yağ tüketim miktarında önemli bir farklılık olmamasına karşın, bitkisel yağ tüketim miktarının, katı yağa oranla arttığı gözlenmektedir. Toplumun bazı kesimlerinde hane halkı gıda güvencesizliği ve hayvansal ürünlerin az miktarda tüketimine bağlı olarak makro ve mikro besin ögeleri eksikliği görülmektedir.
Türkiye’de enerji ve besin öğeleri yönünden beslenme durumu incelendiğinde; enerjiyi yetersiz düzeyde tüketen aile oranı düşüktür. Toplam protein tüketimi kişi başına yeterli düzeydedir. Proteinin çoğu bitkisel kaynaklı olup, hayvansal protein tüketimi yetersizdir. Kalsiyum (% 13-26), vitamin A (%3-31) ve riboflavini (% 34-40) yetersiz tüketenlerin oranı oldukça yüksektir. Özellikle süt ve süt ürünlerinin temel nedenidir. Demiri yetersiz tüketenlerin oranı düşük olmasına karşın, demir yetersizliği anemisi görülme oranı çok yüksektir.
Ayaküstü beslenme (fast-food) özellikle kentsel bölgelerdeki çocuk ve gençlerde yaygın beslenme şekline gelmiştir. Bu şekilde beslenme, doymuş yağ asitleri yönünden zengin, posa içeriği, A vitamini ve C vitaminleri yönünden yetersiz olup, yetersiz ve dengesiz beslenmeye neden olmakta, şişmanlık ve kalp-damar hastalıklarının oluşma riskini arttırmaktadır.
Türkiye beslenme durumu yönünden hem gelişmekte olan, hem de gelişmiş ülkelerin sorunlarını birlikte içeren bir görünüme sahiptir. Türkiye’de halkın beslenme durumu; bölgelere, mevsimlere, sosyo-ekonomik düzeye, kentsel ve kırsal yerleşim yerlerine göre önemli farklılıklar göstermektedir.
Yıllar içerisinde toplumun beslenme şekli değişebilmekte, bu değişiklikler beslenme sorunlarına neden olmakta ve halk sağlığını etkilemektedir.
Dünya Sağlık Örgütü, beslenme ve sağlık durumunun saptanması amacıyla 5-10 yıl aralıklarla beslenme ve sağlık araştırmaları yapılmasını önermektedir. Türkiye’de beslenme ve sağlıkla ilgili ülke genelini yansıtacak veriler çok kısıtlıdır.
Türkiye -1974 Beslenme, Sağlık ve Gıda Tüketimi Araştırması günümüze kadar yapılmış en kapsamlı araştırmadır (Köksal, 1974).
1984- Gıda Tüketimi ve Beslenme Araştırması ise Türkiye geneline gösterge olmak kaydıyla 3 ilde (İzmir, Adana, Ankara) sağlık taraması yapılmadan gerçekleştirilmiştir (Tönük ve Ark., 1984).
Görüldüğü gibi son 29 yılda sağlık ve son 19 yılda beslenme durumundaki değişmeler ülke çapında saptanamamıştır. Mevcut durum bölgesel araştırma verilerine dayalı olarak verilmektedir.
Beslenme ve Sağlık Sorunları
0-5 Yaş Grubunda: Büyüme ve gelişme geriliği, demir eksikliği anemisi, raşitizm.
Okul Çağı Çocukları ve Gençlerde: Zayıflık ve şişmanlık, demir yetersizliği anemisi, vitamin yetersizlikleri, iyot yetersizliği hastalıkları, diş çürükleri.
Yetişkin Kadınlarda: Zayıflık ve şişmanlık, demir yetersizliği anemisi, iyot yetersizliği hastalıkları, vitamin yetersizlikleri.
Yaşlılarda: Beslenmeye bağlık kronik hastalıklar.
Ülkemizde Bebek Ölüm Hızı binde 37’dir. Bebeklerde düşük doğum ağırlığı ile doğma oranı %10’dur (Türkiye Nüfus Sağlık Araştırması - TNSA-1998).
Protein-enerji yetersizliği: 1998- TNSA’ında kronik beslenme yetersizliğinin bir göstergesi olan yaşlarına göre kısa boylu (bodur) kabul edilen 5 yaş altı çocukların oranı % 16.0 olup, bu değer 1993 TNSA’da % 20.5’dir (TNSA, 1998; 1993). Araştırmaya göre 5 yaşındaki çocukların yaklaşık altıda biri kronik olarak yetersiz beslenmektedir ve yine yaklaşık % 8.0’i ciddi şekilde düşük kiloludur. Çocuklarda büyüme ve gelişme bozukluğu, kırsal alanlardan kente, doğudan-batıya doğru 1.6 kez, eğitimsiz veya az eğitimli ailelerde ise eğitimli ailelere kıyasla 1.5 kez yüksek görülmektedir.
Kronik Enerji Yetersizliği: 1998-TNSA’na göre kronik enerji yetersizliğini tanımlamak için kabul edilen kesişim noktası (cut-off) Beden Kitle İndeksi (BKİ)= 18.5 kg/m2 kriter olarak alındığında kadınların % 2.6’sı bu sınıfa girmektedir. Türkiye’de yetişkin kadınlarda kronik-enerji yetersizliği önemli bir sorun olarak gözükmemektedir (TNSA, 1998).
Demir Yetersizliği Anemisi (Kansızlık): Önemli bir halk sağlığı sorunudur. 0-5 yaş grubu çocukların ortalama % 50.0’si, okul çağı çocuklarının % 30.0’u , gebe ve emzikli kadınların % 50’si anemiktir (Pekcan ve Karaağaoğlu, 2000; Pekcan, 1984; Wetherilt et al, 1992; Açkurt et al, 1995; Çetin ve Ark, 1999). Anemi bebek ve çocuklarda büyümeyi, entelektüel ve psikomotor gelişmeyi etkiler, enfeksiyonlara dirence azaltır. Yetişkinlerde ise yorgunluk ve isteksizliğe neden olur, çalışma yeteneğini etkiler ve toplumda ekonomik kayıplara neden olur. Annede anemi ise bebekte büyüme geriliğine, düşük doğum ağırlığına, anne ve bebek ölümlerine yol açar (Pekcan ve Rakıcıoğlu, 1999).
İyot Yetersizlikleri Hastalıkları: Guatr prevalansı; ulusal düzeyde 1988 yılında yapılan bir çalışmada tüm popülasyonda % 30.5 bulunmuştur. (Urgancıoğlu ve Hatemi, 1989). Bu çalışmadan hesaplama ile elde edilen okul çocuklarında prevalans (görülme sıklığı) % 35.6 olup Dünya Sağlık Örgütü sınıflamasına göre ağır prevalans değeridir. (WHO/UNICEF/ICCIDD, 1993). 6-12 yaş grubu çocuklarda basit guatr görülme sıklığı % 30.3 (erkeklerde % 27.7, kızlarda % 32.6) bulunmuştur (HÜBDB/SB, 1995). Guatr, iyot yetersizliği hastalıklarının buzdağının üzerinde görülen bölümüdür. Sorunun önemi iyot yetersizliğinin yanı sıra, fiziksel ve mental gelişme geriliğine neden olması, ağır olgularda sağırlık ve dilsizlik, cücelik, düşük, erken doğum ve doğuştan bozuklukların görülme oranının artmasıdır. Sorunun önlenebilmesinde kesin çözüm olan iyotlu tuzun kullanım oranı 1995 yılında % 24.0 olarak bulunmuştur (HÜBDB/SB, 1995). Türkiye’de 1998 Temmuz ayından itibaren tüm sofralık tuzların iyotla zenginleştirilmesi, yönetmelik gereği zorunlu kılınmıştır. Ağustos 2000 tarihinden itibaren de 250 gramlık paketlerde iyotsuz tuz üretimine izin verilmiştir. (Resmi Gazete, 98/11; 99/8; 2000/29). Yeni yasa ve bu kapsamda yoğun şekilde sürdürülen halk eğitim çalışmaları sonucu iyotlu tuz kullanım oranının artması beklenmektedir. İyotlu tuzu üretimden tüketime kadar izlenmesi çalışmalarının da yürütülmesi gerekmektedir. Hipotroidinin Türkiye genelinde boyutları ise bilinmemektedir. Yürütülen pilot bir çalışmada 30097 yeni doğan konjenital hipotroidi yönünden incelenmiş ve insidans (yeni olgu sıklığı) 1:2736 olarak saptanmıştır (Yordam ve ark, 1995).
Raşitizm: Çocuklarda protein-enerji malnütrisyonundan sonra görülen önemli beslenme sorunlarından birisi de raşitizmdir. D vitamini yetersizliği sonucu gelişen raşitizm gelişmiş ülkelerde alınan önlemlerle hemen hemen görülmez olmuştur. Ulusal ve bölgesel çalışmalar ülkemizde raşitizm görülme sıklığının %7.9-20.0 arasında olduğunu göstermektedir (Köksal, 1974; Öcal ve ark, 1983).
Diğer Vitamin ve Mineral Yetersizlikleri: Diğer vitamin ve minerallerin yetersizlik düzeyini yansıtan veriler oldukça azdır. Beslenme sorunlarının çözümünün, besin, beslenme ve sağlık araştırmalarının yapılarak saptanması ile mümkün olduğu unutulmamalıdır. Okul çağı çocuklarda yapılan bir çalışmada tiamin (% 20.1), riboflavin (% 89.9), vitamin B6 (% 83.3), folik asit (% 23.3), vitamin B12 (% 5.9), vitamin C (% 43.0), vitamin A (% 11.6), b-karoten (% 3.5), vitamin E (% 21.8), demir (% 6.1) ve çinko (% 15.7) yetersizlikleri saptanmıştır. Çocukların % 54.3’ünde hematokrit düşük, alkalen fosfataz düzeyi ise % 54.6 oranında normal değerin üzerinde bulunmuştur (Werherilt, 1992).
İstanbul ve Kocaeli illerinde gebe kadınlar gebeliklerinin 13-17. (I. Dönem), 28-32. (II.Dönem) haftalarında, doğum sonrası dönemin 13-17. (III. Dönem) haftasında izlenmiştir. I. Dönemde vitamin B12 (% 48.8), folik asit (%59.7); II.dönemde ferritin (% 52.3), çinko (% 72.3), B2 vitamini (% 38.8), B12 vitamini (%80.9), folik asit (% 76.4); III. Dönemde ferritin (% 39.0), B2 vitamini ( % 43.1), B6 vitamini (% 36.4), B12 vitamini (% 60.0) ve folik asit (% 73.3) yönünden risk altında olduğu saptanmıştır. Ayrıca annelerde, alkalen fosfataz aktivitesi değerleri II. Dönemde % 55.0, III. Dönemde % 80.0 oranlarında kemik kaybı olduğu göstermektedir (Açkurt et al.1995). Diğer bir çalışmada da 56 çocuğun serim retinol düzeylerine bakılmış ve % 9.5 sağlıklı çocukta, % 42.9 hasta grupta ve % 90.5 kızamıklı grupta serum retinol düzeyi 0.70 mikromol/L düzeyin altında (yetersiz) saptanmıştır (WHO/ UNİCEF, 1995).
Folat Yetersizliği: Folat yetersizliğine bağlı nöral tüp defekti prevalansı 10 bin doğumda 30.1 (Erkek : % 43.9, Kız: % 56.1, Kız/Erkek: 1.27) olarak bulunmuştur. (Tunçbilek et al, 1999). Bu sorun da 15-49 yaş grubu kadınlar için önemli bir halk sağlığı sorunu olarak görülmektedir.
Diş Çürükleri: Süt dişlerindeki çürük prevalansi 6 yaşta % 83.0, 8 yaşında % 92.0, çocuk başına düşen çürük (d), süt dişi (t) sayısını gösteren dt indeksinin yaşla birlikte 4.4’ten 5.2’ye çıktığı bulunmuştur (Saydam ve ark, 1990). Bölgesel çalışmalarda prevalans 6-12 yaş grubunda % 64.0-100.0’dür (Yeyil ve Demirkol, 2000). İçme sularında fluorür düzeyi düşük bulunmuştur (Yalvaç ve Aydın, 2000).
Şişmanlık: Dengesiz beslenmeye bağlı şişmanlık ve beslenmeye bağlı kronik hastalıkların (kalp damar hastalıkları, kanser, diyabet, osteoporoz vb.) görülme sıklığı artmaktadır. Şişmanlık orta yaşın sorunu gibi gözüküyorsa da yaşamın herhangi bir döneminde ortaya çıkabilmektedir. Retrospektif çalışmalar, yetişkin obeslerde şişmanlığın 1/3 oranında çocuklukta, ya da adölesan döneminde başladığını göstermiştir. 1998-TNSA’na göre kadınların %3 3.4’ü hafif şişman (BKI= 25-30 kg/m2), %18.8’i şişman (BKI= >30 kg/m2)’dır. (TNSA, 1998). Çocuklarda şişmanlık sorunu üzerinde pek durulmamaktadır. Ancak yapılan araştırmalar yakın gelecekte önlem alınmadığı takdirde sorunun önem kazanabileceğini göstermektedir (HÜBDB/SB, 1995).
Beslenmeye Bağlı Kronik Hastalıklar: Dengesiz beslenmeye bağlı şişmanlık ve beslenmeye bağlı kronik hastalıkların (kalp-damar hastalıkları, kanser, diyabet, osteoporoz vb.) görülme sıklığı artmaktadır.
Kalp-damar Hastalıkları: Ülkemizde tüm ölümlerin ilk sırasında % 43.0 oranında kalp damar hastalıkları yer almaktadır. Bireylerin % 9.0’unun kolesterolü (>250 mg-dL), %17.0’sinin trigliserit değerleri (>200 mg-dL) yüksek bulunmuştur. Yüksek olması istenen HDL-yüksek dansiteli lipoprotein düzeyi ise düşüktür (Mahley ve Bersot, 1999; Mahley et al, 1995; Onat ve ark 1992; Onat ve ark, 1996a; 1996b).
Hipertansiyon: Yapılan çalışmalarda hipertansiyon prevalansı (>160/95 mgHg) % 11.0-43.0 arasında saptanmıştır (Pekcan, 1998). Risk etmeni olan sigara içme alışkanlığı ise yüksektir (Bilir et al, 1997; Mahley ve Bersot, 1999; Mahley et al, 1995).
Kanser: Türkiye’de yetişkinlerde ikinci sırada ölüm nedenidir. Tüm ölümlerin % 11.0’ini kanser türleri oluşturmaktadır. Beslenme alışkanlıklarına bağlı nedenlerle meme, kolon, prostat ve mide kanserleri sik görülmektedir (Pekcan ve Karaağaoglu, 2000).
Diabet: Toplumun % 3.5’inde görülmektedir. Son 5 yılda erkeklerde %25.0, kadınlarda % 14.0 oranında artış göstermiştir. (Arslan, 1999). Fiziksel aktivite azlığı, şişmanlık, stres, kentleşme, sosyo-ekonomik durum risk etmenleridir.
Osteoporoz: Prevalansı kadınlarda % 9, erkeklerde % 0.6, olup menapoz döneminde kemiklerde kırılma oranı % 16.7 olarak bulunmuştur. (İnanıcı ve ark, 1999). Çocukluktan itibaren yetersiz ve dengesiz beslenme, fiziksel aktivite azlığı sorunun temel nedenlerindendir.
Yetersiz Fiziksel Aktivite: Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) tanımladığı şekilde sağlık; fiziksel, ruhsal ve sosyal olarak tam iyilik halidir. Fiziksel yönden sağlıklı olmanın ön koşulu kabul edilen uygunluk düzeyi, düzenli olarak egzersizlere katılmakla elde edilebilmektedir. Sağlıklı beslenme alışkanlığı ve egzersiz sağlığın korunması ve geliştirilmesi için büyük önem taşımaktadır. Şişmanlık, diyabet, hiperlipoproteinemi, hipertansiyon, kalp krizi, osteoporoz, kanser gibi hastalıkların önlenmesi ve tedavisi, bilişsel yeteneklerin geliştirilmesi ile fiziksel aktivite düzeyi arasında yakın ilişki bulunmaktadır (Gibney, 1999). Araştırma verilerine göre, 20-29 yaş kadınların % 50.0’sinin aktivitesi çok hafif ve hafif, % 45.0’inin orta ve ancak % 5’inin aktivite düzeyi orta üzerinde bulunmuştur. Çok hafif ve hafif, orta ve orta üzeri aktivitesi olan 40-49 yaş kadınlar sırasıyla % 65.0, % 30.0 ve % 2.0, 60-69 yaş kadınlar sırasıyla % 90.0, % 10.0 olup orta üzeri aktivitesi olana rastlanmamıştır. Erkeklerin fiziksel aktivitesi daha fazla ise de aktivite düzeyi yaş ilerledikçe azalmaktadır (Onat ve ark 1992; 1996a; 1996b). Toplumun çeşitli yaş gruplarında yapılan araştırmalarda da benzeri sonuçlar görülmektedir (Arslan, 1999). Egzersiz yapma, bir yaşam biçimi şekline dönüştürülmelidir (Gibney, 1999).