13 Eylül 2007 Perşembe

Anka Kuşu Efsanesi


Anka Kuşu Efsanesi

Kuşların hükümdarı olan Simurg Anka, Bilgi Ağacı’nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş। Kuşlar Simurg’a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürlermiş। Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg’u bekler dururlarmış। Ne var ki Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir kuş tüyü bulmuş. Simurg’un hala var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte ona giderek yardım istemeye karar vermişler. Ancak Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı’nın tepesindeymiş. Oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş. Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. Yorulanlar, uçmaktan vazgeçenler, umudunu kaybedenler olmuş. Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp, papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş uçamamasını, kartal yükseklerdeki krallığını bırakamamış, baykuş yıkıntıları özlemiş, balıkçıl kuşu bataklığını… Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. Ve Nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen altıncı vadi “şaşkınlık”, yedinci vadi “yok oluş”ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş. Kaf Dağı’na vardıklarında geriye sadece otuz kuş kalmış. Simurg’un yuvasını bulunca öğrenmişler ki; “Simurg Anka- Otuz Kuş” demekmiş. Her güçlüğe dayanıp uçmaktan ve direnmekten vazgeçmeyen,yedi vadiyi aşıp geçebilen her kuş aslında Simurg kuşuymuş. Simurg Anka’yı yani çözümün bize gelmesini beklemekten vazgeçerek, her şeyi göze alıp “şaşkınlık” ve “yok oluşu” da yaşadıktan sonra bile direnmeyi, uçmayı sürdürerek, kendi küllerimiz üzerinden yeniden doğabilmek için ateşe atıp kendimizi yakmadıkça balıkçıl kuşu gibi bataklığımızda, baykuş gibi tüneklerimizde ve papağan gibi kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayız.

Her birinizin bir Simurg olması dileğiyle।

Prof. Dr. Yusuf ÖZTÜRK
GEBE VE EMZİKLİ KADINLARIN BESLENMESİ

Gebelik ve emziklilik kadınlar için doğal fizyolojik olaylardır. Ana rahminde be­beğin büyüyüp gelişmesi, annenin aldığı besinler sayesinde gerçekleşir. Annenin aldığı besin maddeleri plasenta yoluyla fetusa taşınarak bü­yümesini sağlar. Gebelikte fetusa taşınan besin maddelerinin kadının kendi gereksinimi olan besin maddelerine ilave ola­rak alınması gerekir.
Emziklilikte ise anne bebeği için süt salgılar। Bu süt, annenin aldığı besinlerin bir ürünüdür. Sütün salgılanması için gerekli olan besin maddelerinin de annenin ihtiyaçla­rına ek olarak sağlanması gerekir.

Gebelik ve emziklilikte kadının beslenmesinde iki amaç izlenir:

1. Kadının kendi fizyolojik gereksinimlerini karşılayarak vücudundaki besin mad­deleri yedeğini dengede tutmak.
2। Gebelikte bebeğin normal gelişmesini, emziklilikte de salgılanan sütün gerek­tir­diği enerji ve besin maddelerini tam olarak karşılamak.

Gebelikte ve emziklilikte gerekli enerji ve besin maddelerinin karşılanması; bebe­ğin normal büyüyüp, sağlıklı olması kadar, anne sağlığı açısından da önem taşır। Gebe kadın yeterli ve dengeli beslenemediği zaman, kendi vücut dokularını harcayarak yavru­sunu geliştirmeye çalışır. Bu durumda bebek yeterince gelişemez. Bedenen ve zeka yö­nünden gelişiminde gerilikler olur. Bebeğin premature ve düşük doğum ağırlıklı olması ihtimali artar.

Yeterli ve dengeli beslenemeyen gebelerde düşük yapma, gebelik toksemisi gö­rülme olasılığı arttığı gibi kansızlık, kemiklerde yumuşama hastalığı (osteomalasi) ve kansızlıktan dolayı doğumda kanama tehlikesi de artar।

Emzikli kadın, yeterli enerji ve besin maddelerini sağlayamadığı zaman kendi vü­cut dokularından kullanarak süt salgılamaya çalışır। Bu durumda bebek için yeterli süt salgılanamadığı gibi anne zayıflar, hastalıklara karşı direnci azalır, kemiklerde yumu­şama ve dişlerde çürüme olur.

Özellikle çok sayıda ve sık doğum yapan kadınlarda ve 19 yaşından önce, daha kendisi büyüme çağını tamamlamadan, adolesan dönemde gebe ve emzikli olan kadın­larda yetersiz ve den­gesiz beslenme sonucu ortaya çıkan zararlar daha da büyüktür।

Yetersiz ve dengesiz beslenme durumunda gebelikte ve emziklilikte ortaya çıkan sakıncalı durumları önlemek için, gebe ve emzikli kadının günlük beslenmesinde yeterli enerji ve besin maddelerinin sağlanması gerekir। Gebelikte ve emziklilikte, bebeğin gelişmesi ve süt salgılanması için; enerji, protein, demir, kalsiyum ve çeşitli vitaminlere olan gereksinimlerde artışlar olur।
Gebe ve emzikli kadınlar, “Yeterli ve Dengeli Beslenme” konusunda belirtilen çeşitli yiyecek gruplarından günlük alınması gereken miktarlara ilave olarak belirli miktarlarda almak zorundadırlar.
Gebe kadınların et grubundan, sebze ve meyvelerden, süt ve mamullerinden gebe olmadan önceki beslenmelerine göre daha fazla yemeleri gereklidir। Tahıl, yağ ve şeker grubundan fazla alınmasına gerek yoktur. Fazla alındığı takdirde aşırı kilo artışına neden olurlar. Emzikli kadınlar da normal beslenmelerine ilave olarak et grubu, sebze-meyve, süt ve tahıllar grubundan almalıdırlar. Emziklilikte enerji, protein ve vitamin ihtiyaçlarındaki artışlar gebeliğe göre daha fazla olduğu için sebze ve meyvelerden 2, tahıllardan da 1.5 porsiyon fazladan yiyecek alınması gerekli­dir.

Halk arasında gebe kadınlara “iki canlı” tabir edilerek her şeyden iki katı kadar yedirme eğilimi vardır। Gebelerin her şeyden iki misli fazla değil, bazı yiyeceklerden belirli miktarda fazla yemeleri uygundur. Oysa emziklilikte fazladan yenilmesi gereken yiyecekler ve miktarları daha çok olmasına rağmen, bu durum çoğu zaman göz ardı edilmektedir.

Gebelikte ilk 3 ayda 1-2 kilogram (kg), daha sonra ayda ortalama 1।5 – 2।0 kg ol­mak üzere, gebelik boyunca toplam olarak 9-12 kg ağırlık artışı olur. Ağırlık artışının 9 kg’dan az olması, kadının yeterli enerji alamadığını ya da fazla çalışarak aşırı enerji harcadığını gösterir. Bu durumda kadının yorucu işlerden kaçınması, tahıl ve yağ-şeker grubundaki yiyeceklerden daha fazla alması gerekir. 12 kg’dan fazla ağırlık artışı ise gereğinden fazla enerji alımına işaret eder. Bu durum, ağırlık artışının ödemle birlikte olmadığı haller için geçerlidir. Fazla ağırlık ka­zanma doğumda güçlüklere yol açar. Bu nedenle gebe kadının fazla enerji sağlayan yağ-şeker ve tahıl grubundaki yiyeceklerden daha az tüketmesi gerekir.

Gebeliğin ilk dönemlerinde kadında bulantı, kusma, öğürme gibi sindirim sistemi bozuklukları görülebilir। Bu durum bir süre sonra geçer. Bu gibi durumlarda gebe kadı­nın azar azar, sık sık ve daha çok kuru yiyecekler alması gerekir. Yemeklerin az yağlı, görünüş yönünden iştah açıcı olması, sofrada yoğurt ve limon bulundurulması da yararlı olur. Şiddetli ve sürekli kusma durumunda vakit geçirmeden sağlık ocağı veya diğer bir sağlık kuruluşuna başvurmak gerekir.

Gebe ve süt emziren kadınların doktor tavsiyesi olmadan ilaç kullanmaları sakın­calıdır. Emzikli kadının doktor tavsiyesi ile zorunlu ilaç kullanması durumunda, ilacın kana ve süte ulaşmaması için, annenin ilacı, emzirmeden hemen önce ya da hemen sonra alması en doğrusudur.
Doğumdan sonraki birkaç ay içerisinde doğum kontrolü amacıyla oral kontra­septif kullanan kadınların süt miktarlarında azalma görülmüştür। Yalnız progestin (progesteron) içeren koruyucu hapların (Mini Hap) süt üzerine olumsuz etkisi olmadığı kanıtlanmıştır.

Bu nedenle emziren kadınlar için, bu türden haplar ve rahim içi aracın en iyi ko­ruyucu yöntemler olduğu söylenebilir।

Emziklilikte lahana, pırasa, karnabahar, soğan, sarımsak gibi yiyeceklerdeki bazı maddeler süte geçerek yeni doğan bebekte gaz şikayetine neden olabilir। Bu durumda anne bu tür yiyecekleri bir süre yememelidir.

Gebe ve emzikli kadınlar sigara ve alkol kullanmamalı, aşırı çay ve kahve içmek­ten kaçınmalıdırlar।

Sigara dumanı ile vücuda alınan zararlı maddeler; gebelikte kan dolaşım yoluyla, emziklilikte sütle bebeğe geçerek olumsuz etkilerini gösterir. Gebelik süresinde sigara içen kadınların bebekleri, içmeyen kadınların bebeklerine göre ortalama 200 gram daha zayıf doğmaktadır. Çay ve kahve; gebe ve emzikli kadınlara protein, vitamin ve mine­raller gibi yararlı besin maddelerini sağlamadığı gibi, fazla alınmaları durumunda be­bekte huzursuzluk ve uykusuzluğa yol açarlar.
Bu kadınlar için en iyi içecekler; süt, ayran ve taze sıkılmış meyve sularıdır। Ay­rıca gebelik ve emziklilikte kadının artan demir ve kalsiyum gereksinmesini karşılamak için, günlük beslenmede bu maddelerce çok zengin olan pekmeze mutlaka yer verilme­lidir.

Son Söz

Gebelikte bebeğin normal ve sağlıklı gelişmesi, emziklilikte de bebeğin sağlıklı büyümesini sağlayacak yeterli süt salgılanması için gebe ve emzikli kadınların beslen­melerinde mutlak surette değişik yapmaları gerekmektedir. Bu nedenle gebe ve emzikli kadınların beslenmelerine aile içinde önem ve öncelik verilmelidir.

12 Eylül 2007 Çarşamba

Endemik Guatr - Basit Guatr

İYOT YETERSİZLİĞİ
ENDEMİK GUATR- BASİT GUATR


İyot yetersizliği dünyada, yağmurların topraktan iyodu sürükleyerek uzaklaştır­dıkları dağlık bölgelerde görülür. Dünyada iyot bakımından en yetersiz bölgeler Hima­layalar, And Dağları, Avrupa Alpleri ve Çin’deki dağlık bölgelerdir.

Besinlerle ve sularla fazla miktarda alınan guatrojenler, toprakta ve besinlerde selenyum gibi bazı eser elementlerin yetersizliği de iyot metabolizmasını olumsuz etki­leyerek iyot yetersizliğine ya da iyot yetersizliğinin etkilerinin artmasına neden olurlar.

Dünya Sağlık Örgütü’nün 1990 raporuna göre, gelişmekte olan ülkelerde 1 milyar insan iyot yetersizliği riski altında, bunun 200 milyonu basit guatrlı, 5 milyonu krete­nizm’den muzdarip, 15 milyonu da daha düşük düzeyde mental defekte sahiptir.

Tiroid bezinin her türlü büyümesi guart olarak isimlendirilir. Belli bir bölgede ya­şayanların bir çoğunda tiroid bezi büyümüşse endemik guartdan söz edilir.

Guatr, dünyanın hemen her yerinde önemli bir sağlık sorunu olup, nüfusun yakla­şık % 5’i guatrlıdır. Bazı bölgelerde ise, nüfusun yarıdan fazlası hatta hemen hepsi gu­atrlıdır. Kretenizm oranı %10'’ aşan bölgeler vardır.

Guatr vakalarını tiroid fonksiyonlarına, büyümenin histopatolojik özelliklerine, başlama zamanına ve büyümenin miktarına göre sınıflandırmak mümkündür.

Tiroid bezindeki büyüme derecesine göre sıklıkla şöyle bir sınıflandırma yapılır:
Stage O = Normal
Stage 1A = Guatr ele geliyor, fakat boyun gerildiğinde bile görülmüyor.
Stage 1B = Boyun gerildiğinde guatr görülüyor.
Stage 2 = Boyun her pozisyonda iken guatr görülüyor.
Stage 3 = Guatr uzaktan görülebiliyor.
Guatrın toplumdaki yaygınlığını ifade etmek amacıyla endemik guatr tabiri kulla­nılır.

Stage O b dahil tüm guatr vakalarının %30 ve üzerinde olması endemik guatr ola­rak kabul edilir. Adolesan ve preadolesan dönemde Stage 1 ve üzeri guatrın % 5 ora­nında görülmesi ya da toplumda %10’un üzerinde guatr görülmesini endemik guatr ola­rak kabul edenler de vardır.

Endemik guatrla ilgili önemli bir durum da endemik kretenizmdir. Endemik gu­atra neden olan faktörlerin fetusu etkilemesi sonucunda endemik kretenizm ortaya çıkar.
Etiyoloji:
Tiroid hormonlarının sentezini ve salgılamasını bozan etmenlerle, tiroid hormonla­rına olan ihtiyacı artıran faktörler tiroid bezinde büyümeye neden olabilir. Bu durumlarda guatr bir kompanzasyon mekanizması olarak ortaya çıkar.

Guatr oluşumunda başlıca rol oynayan faktörler şunlardır:

1. İyot Yetersizliği

Yetişkin bir insan vücudunda 20-30 mg kadar iyot bulunmaktadır. Bunun % 75’i tiroid bezindedir. İyot tiroid bezinden salgılanan triiyodotironin (T3) ve tiroksin (T4) hormonlarının bileşiminde bulunur. Troid hormonları normal büyüme ve gelişme için elzemdir. Troid hormonu yetersizliği tüm organların büyüme ve gelişmesinde ağır dü­zeyde geriliğe neden olur. Beyin özellikle fötal dönemde ve doğum sonrası dönemde zarar görmeye hassastır.

Endemik guatrın en önemli nedeni iyotun yetersiz alımıdır. Yetişkin bir bireyin günlük iyot gereksinimi 75-150 mg kadardır. Bunun yaklaşık % 90’ı yiyeceklerden, % 10’u ise sudan sağlanır.

Diyette iyot eksikliği çevresel bir faktördür. Denizden uzak, dağlık yörelerde erozyon nedeniyle toprak iyot yönünden fakirdir. Bu bölgelerden çıkan suda ve bu böl­gelerden elde edilen bitkisel ve hayvansal yiyeceklerde de iyot yetersiz olur. Bu bölge halkının kendi ürettiği besinleri tüketmesi halinde, endemik guatr daha kolay ortaya çıkar: Sudaki iyot miktarının tayini, o yöre toprağının iyot düzeyi hakkında bilgi verir.

İyot alımının yetersizliğinde, tiroid hormonu ihtiyacını karşılamak için; tiroid be­zinin büyümesi, tiroidin iyot uptahe’inin atması, T4’den T3 sentezinin hızlanması, vü­cuttan idrar ve dışkı ile iyot atımının azalması gibi kompanzasyon mekanizmaları dev­reye girer.

İdrardaki iyot 25 mg/g kreatinin veya 20 mg/lt idrarın altına düşerse ciddi yetersiz­lik, 25-50 mg/g kreatinin veya 20-50 mg/lt idrar düzeyi ise hipotroidizm riski olduğunu gösterir.
En iyi iyot kaynağı yiyecekler deniz ürünleridir. Balıkların yenebilen 100 gramla­rında, ortalama 30 mikrogram kadar iyot bulunur. Diğer yiyeceklerdeki iyot miktarı bölgenin özelliğine göre değişir.

2. Genetik Faktörler
Tiroid hormonlarının yapımı ve salgılanmasında rol alan enzimlerden herhangi bi­rinin yetersizliği guatra yol açabilir. Bu durum, bazı kapalı toplumlarda guatrın endemik olarak görülmesine neden olabilir.

3. Doğal Guatrojenler
Bazı yiyecek ve içeceklerde bulunan guatrojenler antitiroid etki göstererek guatra neden olabildiği bilinmektedir. Bunlar arasında;
· Lahana, turp, şalgam, karnabahar, soğan, sarımsak, bezelye, soya fasulyesi, mer­cimek, ıspanak,
· Guatrojen bitkilerle beslenen hayvanların sütleri
· Guatrojen maddelerle kirlenmiş sular sayılabilir.
Ancak bu doğal guatrojen maddelerin tek başlarına guatr yapmadıkları, diğer faktörlerle birlikte guatr ihtimalini artırdıkları kabul edilmektedir.

4. Diğer Faktörler
Kalsiyum ve florun fazlalığı, selenyum yetersizliği, A ve C vitamini yetersizlik­leri, bazı ilaçlar (tiyosiyanat, estrojen gibi), yüksek doz iyot alımı, ağır beslenme bo­zuklukları, sık geçirilen gastrointestinal sistem enfeksiyonları guatr olasılığını arttır­maktadır.

Epidemiyoloji

Yaş ve Cins: Her yaş ve cinste görülmekle birlikte, doğurgan çağdaki kadınlarda ve yeni doğanlarda daha sıktır. Hastalık sıklığı 20-40 yaşlar arasında en fazladır. Puberte öncesi dönemde cins farkı gözetmezken, puberteden sonra kızlarda daha çok görülür.


Sosyo-ekonomik Durum

Guatr daha çok sosyo-ekonomik düzeyi düşük, kendi ürettiğini tüketen kapalı toplumlarda görülür. Toplumun sosyo-ekonomik düzeyi yükselip diğer bölgelerle iliş­kisi arttıkça ve yiyecek çeşidi zenginleştikçe prevalans kendiliğinden azalmaktadır.

Coğrafik Dağılım

Dağlık ve erozyona müsait bölgelerde guatr daha sık görülür.

Türkiye’de Görülme Sıklığı

Ülkemizde Doğu Karadeniz Bölgesi başta olmak üzere Batı Karadeniz, Bolu, Kastamonu yöresi, İç Batı Anadolu Göller Yöresi, Doğu ve Güneydoğuda bazı yöreler, İç Anadolu Ankara çevresinde bazı yöreler, Kayseri Erciyes yöresi, Antalya dolayında bazı yöreler endemik guatr bölgeleridir.

Guatr prevalansı, 1988 yılında ulusal düzeyde yapılan bir çalışmada % 30.5 olarak bulunmuştur. Bu çalışmadan hesaplama ile elde edilen okul çocuklarında prevalans % 35.6 olup, Dünya Sağlık Örgütü’nün sınıflamasına göre ağır prevalans değeridir.
1995 yılında yapılmış bir başka çalışmada 6-12 yaş grubu çocuklarda basit guatr prevalansı % 30.3 (erkeklerde 27.7 , kızlarda % 32.6) bulunmuştur.

Endemik Guatrın Önlenmesi

Guart, iyot yetersizliği hastalıklarının buzdağının üzerinde görülen bölümüdür. Sorunun önemi; iyot yetersizliğinin, guatrın yanı sıra fiziksel ve mental gelişme gerili­ğine neden olması, ağır olgularda sağırlık, dilsizlik, cücelik, düşük, erken doğum ve doğuştan bozuklukların görülme oranının artmasıdır.

Milyonlarca insanı ilgilendiren guatr sorununun; vakaların tek tek tedavisi ile çö­zümlenemeyeceği açıktır. Bu nedenle önlemeye yönelik programlar daha önemlidir.
Endemik guatrda en önemli etken iyot yetersizliği olduğuna göre, alınabilecek en etkili önlem toplumun iyot alımını artırmaktır.

Toplumun iyot alımını kısa sürede artırmak için, bireylere dışardan iyot vermek zorunludur. Bu amaçla en sık başvurulan yöntemler şunlardır:

1- Yemek (sofra) tuzunun iyotla zenginleştirilmesi (iyodit, iyodat tuzları eklen­mesi)
2- Ekmeğe iyodit, iyodat eklenmesi
3- Suların iyotlanması
4- Sodyum veya potasyum iyodür tabletlerinin dağıtılması
5- Belirli aralıklarla iyotlu yağ enjeksiyonu yapılması (İyotlu tuz programlarının uygulanamadığı yer ve durumlarda uygulanır, ancak kullanılan iğnelerle Hepatit B ve AİDS virüsü geçişine neden olabilir).
6- Ağızdan iyotlu yağ verilmesi (etki süresi iyotlu yağ enjeksiyonunun yarısı ka­dardır) Bu yöntemler arasında iyotlu tuz kullanımı, tüm dünyada en yaygın kullanılan ve en etkili yoldur. Bir çok ülkede iyotlu tuzla ilgili yasal düzen­lemeler vardır.

Yemeklik tuzların iyotla zenginleştirilmesi, 10.000-100.000 kısım tuzu bir kısım iyodür ekleyerek yapılır. Bu oran bölgelerdeki iyot yetersizliğinin derecesine göre ayarlanır.

Ülkemizde Gıda Maddeleri Tüzüğü’ne göre rafine yemek tuzuna 1/13.000 ile 1/20.000 oranında potasyum iyodit katılabileceği belirtilmiştir. 1995 yılında iyotlu tu­zun kulla­nılma oranı % 24 olarak bulunmuştur. Avrupa Guatr Birliği’nin değerlendir­mesine göre Türkiye Ağır Guatr Prevalanslı (+++ puanlı) ülkeler arasına girmektedir. Bu durumda halihazırda iyotlu tuz kullanma oranımız çok düşüktür.

İyotlu tuz programlarının etkili olabilmesi için; iyotlu tuzun üretiminden tüketi­mine kadar izlenmesi gereklidir. İyotun tuz içinde iyi homojenize olması, halkın kulla­nım konusunda ( iyotlu tuzun ışık geçirmeyin renkli ambalaj ve kavanozlarda muhafaza edilmesi, yemekler piştikten sonra ilave edilmesi konusunda) eğitilmesi gereklidir.

Toplumun iyot alımını uzun vadede artırabilmek için de; erozyonla mücadele, toprağın iyotla zenginleştirilmesi, iyottan zengin yiyeceklerin teşviki (deniz ürünleri) ve toplumun sosyo-ekonomik durumunun iyileştirilmesi gibi önlemler alınabilir.

ÜLKEMİZDE ÇEŞİTLİ RİSK GRUPLARINDA GÖRÜLEN BESLENME SORUNLARI

ÜLKEMİZDE ÇEŞİTLİ RİSK GRUPLARINDA GÖRÜLEN BESLENME SORUNLARI

Risk Grupları: Görülme Sıklığı

0-5 YAŞ GRUBU ÇOCUKLARDA:
Protein.Enerji .Malnutrisyonu 1998 TNSA’ya göre
Yaşa göre boy : < -2SD % 12.2
< -3SD % 3.6
Yaşa göre ağırlık : < -2 SD % 3.9
< -3 SD % 0.6
Anemi %50
Raşitizm % 7.9-20.0 (Ulusal ve Bölgesel Çalışmalar)
Diş Çürükleri 6 yaş % 83, 8 yaş % 92,
DT indeksi: 4.4, 5.2 (süt dişleri)
% 64-100 (diğer çalışma)
Avitaminozlar (C vit, A vit, Riboflavin)

OKUL ÇAĞI VE GENÇLER:

Zayıflık % 10
Şişmanlık % 10
Anemi % 30
Avitaminozlar (A vit., Ribof, C vit. Folik asit)
Basit Guatr Endemik olarak % 35.6
Diş Çürükleri % 40-80

GEBE VE EMZİKLİ KADINLAR:

Anemi % 50
Zayıflık,
Şişmanlık
Basit Guatr
Avitaminozlar (A vit., Ribof, B12 vit. Folik asit, B6 vit., C vit.)

YAŞLILAR:

Zayıflık Erkek % 10 Kadın % 15
Şişmanlık Erkek % 20 Kadın % 30
Anemi % 11 Ciddi anemi
% 34.7 Hafif anemi
Vitamin ve Mineral Yetersizlikleri
Beslenmeye bağlı kronik hastalıklar

YETİŞKİN KADIN VE ERKEK:

Anemi Kadınlarda % 50
Şişmanlık 1998 TNSA Kadın % 34.3 hafif şişman,
% 22.7 şişman
Zayıflık 1998 TNSA Kadın % 1.8 (BKİ<18.5)
Basit Guatr Tüm nüfus % 30.5

Avitaminozlar

TÜRKİYE’DE BESLENME SORUNLARI


TÜRKİYE’DE BESLENME SORUNLARI VE BOYUTLARI

Bilindiği gibi beslenme; büyüme, yaşamın sürdürülmesi ve sağlığın korunması için besinlerin kullanılmasıdır ve insan gereksinimlerinin başında gelir. Bu nedenle ulusların ve onu oluşturan bireylerin sağlıklı ve güçlü olarak yaşamasında, ekonomik ve sosyal yönden gelişmesinde, refah düzeyinin artmasında, mutlu, huzurlu ve güvence altında varlığını sürdürebilmesinde yeterli ve dengeli beslenme temel koşullardan birisi, belki de en önemlisidir.

Genellikle; yetersiz ve dengesiz beslenmesinin toplum sağlığını olumsuz yönde etkilediği, sosyal ve ekonomik gelişmeyi yavaşlattığı kabul edilmektedir. Çünkü dengeli ve yeterli miktarda gıda tüketmeyen insanların hastalıklara karşı direnci azalır, verimleri düşer, kişisel ve toplumsal tutum, davranış ve tepkileri sağlıksız olur. Bu nedenle bi­reyleri eğitmek güçleşir. Bunların sonucunda toplumda düzensizlikler görülür ve eko­nomik gelişme geri kalır.

Bireyin beslenme durumunu; besinlerin üretiminden tüketimine kadar birçok fak­tör etkiler. Sağlıklı bir yaşam ancak GIDA GÜVENCESİ VE GIDA GÜVENLİ­Ğİ­NİN SAĞLANMASI ile sürdürülebilir.

GIDA GÜVENCESİ: Bütün insanların, her zaman aktif ve sağlıklı bir yaşam için gerekli olan besin ihtiyaçlarını ve gıda önceliklerini karşılayabilmek amacı ile yeterli, sağlıklı, güvenilir ve besleyici gıdaya fiziken ve ekonomik bakımdan erişmeleri ve sür­dürmeleri durumudur (WHO, 2000; Helsinki, 1990).

GIDA GÜVENLİĞİ: Gıdaların fiziksel, kimyasal ve mikrobiyolojik özellikleri bakımından tüketime uygun ve besin değerini kaybetmemiş olması durumudur.

Ülkemizde Besin Tüketim Alışkanlıkları ve Güncel Eğilimler

Türk halkının beslenme alışkanlığına bakıldığında Türkiye’de temel besin ekmek ve diğer tahıl ürünleridir. Günlük enerjinin % 44’ü sadece ekmekten, % 58’i ise ekmek ve diğer tahıl ürünlerinden sağlanmaktadır. Yıllar içerisinde besin tüketim eğilimi ince­lendiğinde ekmek, süt-yoğurt, et ve ürünleri, taze sebze ve meyve tüketiminin azaldığı; kurubaklagil, yumurta ve şeker tüketiminin ise arttığı söylenebilir. Genelde toplam yağ tüketim miktarında önemli bir farklılık olmamasına karşın, bitkisel yağ tüketim miktarı­nın, katı yağa oranla arttığı gözlenmektedir. Toplumun bazı kesimlerinde hane halkı gıda güvencesizliği ve hayvansal ürünlerin az miktarda tüketimine bağlı olarak makro ve mikro besin ögeleri eksikliği görülmektedir.

Türkiye’de enerji ve besin öğeleri yönünden beslenme durumu incelendiğinde; enerjiyi yetersiz düzeyde tüketen aile oranı düşüktür. Toplam protein tüketimi kişi ba­şına yeterli düzeydedir. Proteinin çoğu bitkisel kaynaklı olup, hayvansal protein tüke­timi yetersizdir. Kalsiyum (% 13-26), vitamin A (%3-31) ve riboflavini (% 34-40) yeter­siz tüketenlerin oranı oldukça yüksektir. Özellikle süt ve süt ürünlerinin temel ne­deni­dir. Demiri yetersiz tüketenlerin oranı düşük olmasına karşın, demir yetersizliği anemisi görülme oranı çok yüksektir.

Ayaküstü beslenme (fast-food) özellikle kentsel bölgelerdeki çocuk ve gençlerde yaygın beslenme şekline gelmiştir. Bu şekilde beslenme, doymuş yağ asitleri yönünden zengin, posa içeriği, A vitamini ve C vitaminleri yönünden yetersiz olup, yetersiz ve dengesiz beslenmeye neden olmakta, şişmanlık ve kalp-damar hastalıklarının oluşma riskini arttırmaktadır.
Türkiye beslenme durumu yönünden hem gelişmekte olan, hem de gelişmiş ülke­lerin sorunlarını birlikte içeren bir görünüme sahiptir. Türkiye’de halkın beslenme du­rumu; bölgelere, mevsimlere, sosyo-ekonomik düzeye, kentsel ve kırsal yerleşim yerle­rine göre önemli farklılıklar göstermektedir.

Yıllar içerisinde toplumun beslenme şekli değişebilmekte, bu değişiklikler bes­lenme sorunlarına neden olmakta ve halk sağlığını etkilemektedir.

Dünya Sağlık Örgütü, beslenme ve sağlık durumunun saptanması amacıyla 5-10 yıl aralıklarla beslenme ve sağlık araştırmaları yapılmasını önermektedir. Türkiye’de beslenme ve sağlıkla ilgili ülke genelini yansıtacak veriler çok kısıtlıdır.

Türkiye -1974 Beslenme, Sağlık ve Gıda Tüketimi Araştırması günümüze kadar yapılmış en kapsamlı araştırmadır (Köksal, 1974).

1984- Gıda Tüketimi ve Beslenme Araştırması ise Türkiye geneline gösterge ol­mak kaydıyla 3 ilde (İzmir, Adana, Ankara) sağlık taraması yapılmadan gerçekleştiril­miştir (Tönük ve Ark., 1984).

Görüldüğü gibi son 29 yılda sağlık ve son 19 yılda beslenme durumundaki değiş­meler ülke çapında saptanamamıştır. Mevcut durum bölgesel araştırma verilerine dayalı olarak verilmektedir.

Beslenme ve Sağlık Sorunları

0-5 Yaş Grubunda: Büyüme ve gelişme geriliği, demir eksikliği anemisi, raşi­tizm.

Okul Çağı Çocukları ve Gençlerde: Zayıflık ve şişmanlık, demir yetersizliği anemisi, vitamin yetersizlikleri, iyot yetersizliği hastalıkları, diş çürükleri.

Yetişkin Kadınlarda: Zayıflık ve şişmanlık, demir yetersizliği anemisi, iyot yeter­sizliği hastalıkları, vitamin yetersizlikleri.

Yaşlılarda: Beslenmeye bağlık kronik hastalıklar.

Ülkemizde Bebek Ölüm Hızı binde 37’dir. Bebeklerde düşük doğum ağırlığı ile doğma oranı %10’dur (Türkiye Nüfus Sağlık Araştırması - TNSA-1998).

Protein-enerji yetersizliği: 1998- TNSA’ında kronik beslenme yetersizliğinin bir göstergesi olan yaşlarına göre kısa boylu (bodur) kabul edilen 5 yaş altı çocukların oranı % 16.0 olup, bu değer 1993 TNSA’da % 20.5’dir (TNSA, 1998; 1993). Araştırmaya göre 5 yaşındaki çocukların yaklaşık altıda biri kronik olarak yetersiz beslenmektedir ve yine yaklaşık % 8.0’i ciddi şekilde düşük kiloludur. Çocuklarda büyüme ve gelişme bozukluğu, kırsal alanlardan kente, doğudan-batıya doğru 1.6 kez, eğitimsiz veya az eğitimli ailelerde ise eğitimli ailelere kıyasla 1.5 kez yüksek görülmektedir.

Kronik Enerji Yetersizliği: 1998-TNSA’na göre kronik enerji yetersizliğini ta­nımlamak için kabul edilen kesişim noktası (cut-off) Beden Kitle İndeksi (BKİ)= 18.5 kg/m2 kriter olarak alındığında kadınların % 2.6’sı bu sınıfa girmektedir. Türkiye’de yetişkin kadınlarda kronik-enerji yetersizliği önemli bir sorun olarak gözükmemektedir (TNSA, 1998).

Demir Yetersizliği Anemisi (Kansızlık): Önemli bir halk sağlığı sorunudur. 0-5 yaş grubu çocukların ortalama % 50.0’si, okul çağı çocuklarının % 30.0’u , gebe ve emzikli kadınların % 50’si anemiktir (Pekcan ve Karaağaoğlu, 2000; Pekcan, 1984; Wetherilt et al, 1992; Açkurt et al, 1995; Çetin ve Ark, 1999). Anemi bebek ve çocuk­larda büyümeyi, entelektüel ve psikomotor gelişmeyi etkiler, enfeksiyonlara dirence azaltır. Yetişkinlerde ise yorgunluk ve isteksizliğe neden olur, çalışma yeteneğini etkiler ve toplumda ekonomik kayıplara neden olur. Annede anemi ise bebekte büyüme gerili­ğine, düşük doğum ağırlığına, anne ve bebek ölümlerine yol açar (Pekcan ve Rakıcı­oğlu, 1999).

İyot Yetersizlikleri Hastalıkları: Guatr prevalansı; ulusal düzeyde 1988 yılında yapılan bir çalışmada tüm popülasyonda % 30.5 bulunmuştur. (Urgancıoğlu ve Hatemi, 1989). Bu çalışmadan hesaplama ile elde edilen okul çocuklarında prevalans (görülme sıklığı) % 35.6 olup Dünya Sağlık Örgütü sınıflamasına göre ağır prevalans değeridir. (WHO/UNICEF/ICCIDD, 1993). 6-12 yaş grubu çocuklarda basit guatr görülme sıklığı % 30.3 (erkeklerde % 27.7, kızlarda % 32.6) bulunmuştur (HÜBDB/SB, 1995). Guatr, iyot yetersizliği hastalıklarının buzdağının üzerinde görülen bölümüdür. Sorunun önemi iyot yetersizliğinin yanı sıra, fiziksel ve mental gelişme geriliğine neden olması, ağır olgularda sağırlık ve dilsizlik, cücelik, düşük, erken doğum ve doğuştan bozuklukların görülme oranının artmasıdır. Sorunun önlenebilmesinde kesin çözüm olan iyotlu tuzun kullanım oranı 1995 yılında % 24.0 olarak bulunmuştur (HÜBDB/SB, 1995). Tür­kiye’de 1998 Temmuz ayından itibaren tüm sofralık tuzların iyotla zenginleştirilmesi, yönetmelik gereği zorunlu kılınmıştır. Ağustos 2000 tarihinden itibaren de 250 gramlık paketlerde iyotsuz tuz üretimine izin verilmiştir. (Resmi Gazete, 98/11; 99/8; 2000/29). Yeni yasa ve bu kapsamda yoğun şekilde sürdürülen halk eğitim çalışmaları sonucu iyotlu tuz kullanım oranının artması beklenmektedir. İyotlu tuzu üretimden tüketime kadar izlenmesi çalışmalarının da yürütülmesi gerekmektedir. Hipotroidinin Türkiye genelinde boyutları ise bilinmemektedir. Yürütülen pilot bir çalışmada 30097 yeni do­ğan konjenital hipotroidi yönünden incelenmiş ve insidans (yeni olgu sıklığı) 1:2736 olarak saptanmıştır (Yordam ve ark, 1995).

Raşitizm: Çocuklarda protein-enerji malnütrisyonundan sonra görülen önemli beslenme sorunlarından birisi de raşitizmdir. D vitamini yetersizliği sonucu gelişen ra­şitizm gelişmiş ülkelerde alınan önlemlerle hemen hemen görülmez olmuştur. Ulusal ve bölgesel çalışmalar ülkemizde raşitizm görülme sıklığının %7.9-20.0 arasında olduğunu göstermektedir (Köksal, 1974; Öcal ve ark, 1983).

Diğer Vitamin ve Mineral Yetersizlikleri: Diğer vitamin ve minerallerin yeter­sizlik düzeyini yansıtan veriler oldukça azdır. Beslenme sorunlarının çözümünün, besin, beslenme ve sağlık araştırmalarının yapılarak saptanması ile mümkün olduğu unutul­mamalıdır. Okul çağı çocuklarda yapılan bir çalışmada tiamin (% 20.1), riboflavin (% 89.9), vitamin B6 (% 83.3), folik asit (% 23.3), vitamin B12 (% 5.9), vitamin C (% 43.0), vitamin A (% 11.6), b-karoten (% 3.5), vitamin E (% 21.8), demir (% 6.1) ve çinko (% 15.7) yetersizlikleri saptanmıştır. Çocukların % 54.3’ünde hematokrit düşük, alkalen fosfataz düzeyi ise % 54.6 oranında normal değerin üzerinde bulunmuştur (Werherilt, 1992).

İstanbul ve Kocaeli illerinde gebe kadınlar gebeliklerinin 13-17. (I. Dönem), 28-32. (II.Dönem) haftalarında, doğum sonrası dönemin 13-17. (III. Dönem) haftasında izlenmiştir. I. Dönemde vitamin B12 (% 48.8), folik asit (%59.7); II.dönemde ferritin (% 52.3), çinko (% 72.3), B2 vitamini (% 38.8), B12 vitamini (%80.9), folik asit (% 76.4); III. Dönemde ferritin (% 39.0), B2 vitamini ( % 43.1), B6 vitamini (% 36.4), B12 vitamini (% 60.0) ve folik asit (% 73.3) yönünden risk altında olduğu saptanmıştır. Ay­rıca annelerde, alkalen fosfataz aktivitesi değerleri II. Dönemde % 55.0, III. Dönemde % 80.0 oranlarında kemik kaybı olduğu göstermektedir (Açkurt et al.1995). Diğer bir çalışmada da 56 çocuğun serim retinol düzeylerine bakılmış ve % 9.5 sağlıklı çocukta, % 42.9 hasta grupta ve % 90.5 kızamıklı grupta serum retinol düzeyi 0.70 mikromol/L düzeyin altında (yetersiz) saptanmıştır (WHO/ UNİCEF, 1995).

Folat Yetersizliği: Folat yetersizliğine bağlı nöral tüp defekti prevalansı 10 bin doğumda 30.1 (Erkek : % 43.9, Kız: % 56.1, Kız/Erkek: 1.27) olarak bulunmuştur. (Tunçbilek et al, 1999). Bu sorun da 15-49 yaş grubu kadınlar için önemli bir halk sağ­lığı sorunu olarak görülmektedir.
Diş Çürükleri: Süt dişlerindeki çürük prevalansi 6 yaşta % 83.0, 8 yaşında % 92.0, çocuk başına düşen çürük (d), süt dişi (t) sayısını gösteren dt indeksinin yaşla bir­likte 4.4’ten 5.2’ye çıktığı bulunmuştur (Saydam ve ark, 1990). Bölgesel çalışmalarda prevalans 6-12 yaş grubunda % 64.0-100.0’dür (Yeyil ve Demirkol, 2000). İçme sula­rında fluorür düzeyi düşük bulunmuştur (Yalvaç ve Aydın, 2000).

Şişmanlık: Dengesiz beslenmeye bağlı şişmanlık ve beslenmeye bağlı kronik hastalıkların (kalp damar hastalıkları, kanser, diyabet, osteoporoz vb.) görülme sıklığı artmaktadır. Şişmanlık orta yaşın sorunu gibi gözüküyorsa da yaşamın herhangi bir dö­neminde ortaya çıkabilmektedir. Retrospektif çalışmalar, yetişkin obeslerde şişmanlığın 1/3 oranında çocuklukta, ya da adölesan döneminde başladığını göstermiştir. 1998-TNSA’na göre kadınların %3 3.4’ü hafif şişman (BKI= 25-30 kg/m2), %18.8’i şişman (BKI= >30 kg/m2)’dır. (TNSA, 1998). Çocuklarda şişmanlık sorunu üzerinde pek du­rulmamaktadır. Ancak yapılan araştırmalar yakın gelecekte önlem alınmadığı takdirde sorunun önem kazanabileceğini göstermektedir (HÜBDB/SB, 1995).
Beslenmeye Bağlı Kronik Hastalıklar: Dengesiz beslenmeye bağlı şişmanlık ve beslenmeye bağlı kronik hastalıkların (kalp-damar hastalıkları, kanser, diyabet, osteoporoz vb.) görülme sıklığı artmaktadır.

Kalp-damar Hastalıkları: Ülkemizde tüm ölümlerin ilk sırasında % 43.0 ora­nında kalp damar hastalıkları yer almaktadır. Bireylerin % 9.0’unun kolesterolü (>250 mg-dL), %17.0’sinin trigliserit değerleri (>200 mg-dL) yüksek bulunmuştur. Yüksek olması istenen HDL-yüksek dansiteli lipoprotein düzeyi ise düşüktür (Mahley ve Bersot, 1999; Mahley et al, 1995; Onat ve ark 1992; Onat ve ark, 1996a; 1996b).

Hipertansiyon: Yapılan çalışmalarda hipertansiyon prevalansı (>160/95 mgHg) % 11.0-43.0 arasında saptanmıştır (Pekcan, 1998). Risk etmeni olan sigara içme alış­kanlığı ise yüksektir (Bilir et al, 1997; Mahley ve Bersot, 1999; Mahley et al, 1995).

Kanser: Türkiye’de yetişkinlerde ikinci sırada ölüm nedenidir. Tüm ölümlerin % 11.0’ini kanser türleri oluşturmaktadır. Beslenme alışkanlıklarına bağlı nedenlerle meme, kolon, prostat ve mide kanserleri sik görülmektedir (Pekcan ve Karaağaoglu, 2000).

Diabet: Toplumun % 3.5’inde görülmektedir. Son 5 yılda erkeklerde %25.0, ka­dınlarda % 14.0 oranında artış göstermiştir. (Arslan, 1999). Fiziksel aktivite azlığı, şiş­manlık, stres, kentleşme, sosyo-ekonomik durum risk etmenleridir.

Osteoporoz: Prevalansı kadınlarda % 9, erkeklerde % 0.6, olup menapoz döne­minde kemiklerde kırılma oranı % 16.7 olarak bulunmuştur. (İnanıcı ve ark, 1999). Ço­cukluktan itibaren yetersiz ve dengesiz beslenme, fiziksel aktivite azlığı sorunun temel nedenlerindendir.

Yetersiz Fiziksel Aktivite: Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) tanımladığı şekilde sağlık; fiziksel, ruhsal ve sosyal olarak tam iyilik halidir. Fiziksel yönden sağlıklı olma­nın ön koşulu kabul edilen uygunluk düzeyi, düzenli olarak egzersizlere katılmakla elde edilebilmektedir. Sağlıklı beslenme alışkanlığı ve egzersiz sağlığın korunması ve geliş­tirilmesi için büyük önem taşımaktadır. Şişmanlık, diyabet, hiperlipoproteinemi, hiper­tansiyon, kalp krizi, osteoporoz, kanser gibi hastalıkların önlenmesi ve tedavisi, bilişsel yeteneklerin geliştirilmesi ile fiziksel aktivite düzeyi arasında yakın ilişki bulunmakta­dır (Gibney, 1999). Araştırma verilerine göre, 20-29 yaş kadınların % 50.0’sinin aktivitesi çok hafif ve hafif, % 45.0’inin orta ve ancak % 5’inin aktivite düzeyi orta üze­rinde bu­lunmuştur. Çok hafif ve hafif, orta ve orta üzeri aktivitesi olan 40-49 yaş ka­dınlar sıra­sıyla % 65.0, % 30.0 ve % 2.0, 60-69 yaş kadınlar sırasıyla % 90.0, % 10.0 olup orta üzeri aktivitesi olana rastlanmamıştır. Erkeklerin fiziksel aktivitesi daha fazla ise de aktivite düzeyi yaş ilerledikçe azalmaktadır (Onat ve ark 1992; 1996a; 1996b). Toplu­mun çeşitli yaş gruplarında yapılan araştırmalarda da benzeri sonuçlar görülmek­tedir (Arslan, 1999). Egzersiz yapma, bir yaşam biçimi şekline dönüştürülmelidir (Gibney, 1999).